Fotoğraflarla Ankara Kalesi

Selam fotoğrafseverler. Sizler için Ankara Kalesi’ne gittim ve kalenin girişinden başlayıp tepesine kadar fotoğraf çektim. Size, Ankara Kalesi’nin giriş kapısında başlayıp tepede biten bu yol üzerinde fotoğraf çekeceğiniz noktaları sırasıyla anlatıp küçük püf noktaları vereceğim.

Daha önceki gönderimde bahsettiğim 4 yer içinden anlatmak için burayı seçmemin başlıca sebebi; buradaki insanların fotoğraf çekilmeye oldukça alışkın olmasıdır ve bu sebeple amatör fotoğrafçıların portre ve sokak fotoğrafçılığına en iyi başlangıç yerlerinden biri olabilecek güzel bir lokasyondur burası. Bahsetmiş olduğum diğer 3 yerde insanlar tarafından garip karşılanma ihtimaliniz var ve bu sebeple tanımadığınız insanların portrelerini çekerken -veya bir şekilde onlar kareye yanlışlıkla girdiğinde bile-  zorlanabilirsiniz fakat buradaki insanlar fotoğrafa ve fotoğrafçıya öylesine alışmış olacaklar ki onların dükkanlarının veya kendilerinin fooğraflarını durup birden çekseniz bile en büyük tepkileri gülümsemek oluyor. 😉 Umarım okurken keyif alırsınız.

Resim

Ankara Kalesi ‘nin iki büyük kapısından biri olan Dış Kapı. Görmüş olduğunuz taşlar yüzlerce yıllık.
Görmüş olduğunuz fotoğraf kalenin yüzlerce yaşındaki giriş kapısıdır. Haftasonlarında bu kapının önünde fotoğraf çekilen birçok kişi görebilirsiniz ki ben de size zaten Ankara Kalesi içinde fotoğraf değeri taşıyan noktaları sırasıyla göstereceğim. Kalenin kapısından girdiğinizde hemen ilk sağda bitişik iki tane dükkan göreceksiniz.

Nazar boncuklarıyla ünlü ve birçok kişi geçerken fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyor.
İşte o iki bitişik dükkandan ilki nazar boncuklarıyla ünlü olan Özcan Gümüş’tür. Her ne kadar nazar boncuğu dışında birçok şey satılıyor olsa da buraya gelen insanların gözüne ilk çarpan bu çeşit çeşit nazar boncuklarıdır. Zaten elinde fotoğraf makinesi olup buranın fotoğrafını çekmeden giden pek az kişi vardır. Hemen yanındaki dükkan da oldukça sıcakkanlı olan bir amcamızın yeridir.

Bakıradan ve metalden otantik eşyalar satılıyor.
     Her ne kadar adını söylemeyi pek sevmese de yan dükkanlardaki çalışanların ‘Hüseyin’ diye seslenmesiyle adını öğrenmiş bulundum. ‘Amca gel bi fotoğrafını çekeyim senin’ dememle cebinden tahta boncuktan yapılma tespihi ile şapkasını çıkarması bir oldu. Anlaşılan fotoğrafını tek çeken ben değilim. Artık ne kadar alıştıysa bu fotoğraf işine; poz vermeyi de hiç ihmal etmiyor 🙂 Biraz ilerledikten sonra hemen sağ tarafta biraz sevimli biraz da korkutucu bir kafe görülüyor.

İçinde birçok kukla var. Bu kuklalar, işletmecinin sahibinin, kızı için yurtdışından getirdiği kuklalardan oluşuyor.
      Kapılarında kuklalar asılı olan bu kafenin adı Taş Bebek. İlk başta sevimli geliyor kuklalar, kapıya doğru yürüyorsunuz fakat kapının önüne geldiğinizde birden korku filmlerinden fırlamışçasına ortada durup size bakan gelinlik giymiş kukla bir an aklınızı alıyor. 🙂 Biraz karanlık havada etrafta kimseler de yokken görürseniz biraz ürkmeniz olası ama tabi her mekanın farklı bir rengi vardır bu da o renklerden biri. Biraz ilerleyince yeşil tahta kapı pencereleri olan otantik bir dükkanla karşılaşıyorsunuz.

Turistlerin çok gelmesinden dolayı bazı yazılar İngilizce.
   El Prado Art adından da anlayacağınız üzere bir sanat galerisi. İçeride  muhteşem güzellikte tablolar var fakat ne yazık ki içeride fotoğraf çekmek yasak bu sebeple ben de madem içeride yasak ben de dışarıdan çekerim diyerek bu şekilde fotoğraflarını çektim. Tam sokağın daraldığı noktada bulunmasından ötürü istemeden de olsa önünden geçerken gözünüz takılıyor. Bu arada tam karşıdan buranın fotoğrafını çekmek isteseniz kesinlikle geniş açı lens kullanın. Ben 50mm lens kullandım ve istediğim şekilde bir fotoğraf çekemedim. Kalenin biraz daha derinlerine doğru ilerledikçe pencerelerinden değişik süsler sarkan bir dükkanla karşılaşıyorsunuz.

Buzdolabına yapıştırılan magnetler de yapıyorlar.
    Adı ‘Wood Art’. Ankara Kalesi’nin içinin başlı başına bir ‘art’ olduğu gibi. Dükkanın sıcaklığını dışarıdan hissedebiliyorsunuz. Öylesine sakin ve kendi halinde ki sanki bir yaşlı teyze gibi sempatik, masum ve sıcakkanlı. İçeride tam fotoğraf çekmelik birçok ahşaptan yapılma figürler var. Tabi içeri girdiğinizde birşey almadan çıkacağınızı da pek düşünmüyorum. Özellikle günbatımında giderseniz benim fotoğrafta  yakaladığım  sıcak ışığı yakalamanız çok kolay olur. Ne yazık ki bu dükkanı da geçtiğinizde önünüze böylesine pek otantik dükkanlar çıkmıyor. Bu dükkanların yerini genelde Ankara Kalesi’nin içinde evleri olup burada yaşayan seyyar satıcılardan oluşan bir grup alıyor.

dükkanlarda genelde hep aynı tarz ürünler görüyorsunuz. Burada yaşayanlar bunları birbirinden öğreniyorlar.

    Genelde satılan şeyler hep aynı. Satıcı teyzelerden birine bu durumu söylediğimde bunun normal olduğunu ve kalenin içinde yaşayan kadınların bu el işi ürünleri yapmasını birbirinden öğrendiğini ve benzerliğin de bundan kaynaklandığını söyledi.

​     Sonuçta bunları üretmeyi öğrenen kadınların aynı zamanda da satıcı olmasından dolayı aslında rakipler arasında dayanışma olması ilk başta garip gelse de biraz düşündükten sonra para kavramının insanlığı nasıl yozlaştırdığını anladım. Kalenin dışında insanlar sadece ‘biraz daha’ fazla kazanabilmek için birbiriyle rekabet ederken ve hatta birbirlerini ezmeye çalışırken burdaki insanların kazandığı parayı -dolaylı yoldan da olsa- birbirleriyle paylaşmaları diğerlerini utandıracak cinsten.

Konumuza dönecek olursak, güzel dükkanları ve yardımsever seyyar satıcı teyzelerimizi de geçtikten sonra zirveye ulaşmaya başlıyoruz. İlk önce siyah bir kedi ‘gene mi sen’ der gibi bakıyor bana. 🙂   ​

Resim

Tepeye çıkarken merdivenlerde bu kediyi görmeniz olası. Burada yaşayanlar pek hayvanseverler.
Daha sonra ise tepede ‘seni yenecem Ankara!’ diye bağırdığını düşündüğüm bir kişi görüyorum ve hiç kaçırmadan fotoğraflıyorum.

Resim

Kalenin en yüksek kısımlarından biri
​(Bu arada kısa bir not; bu tarz fotoğraflar için geniş açı lens kullanmanız sizin yararınıza. Dar açı lens veya zoom lens kullanıp objeye odaklanırsak mekanın bütün sihri kaçıyor malesef.)
Hemen arkamı döndüğümde ise işte o berrak manzarayı yakalıyorum.

Resim

Kalenin tepesine çıkarken merdivenlerde arkanıza gönüp bakın 🙂
Tepeye çıktığımda hava kararmaya başlamıştı. Bazı fotoğrafçılar için bu biraz can sıkıcı olsa da biz krizi fırsata çevirip bundan da yararlanmaya çalışıyoruz.

Resim

Kalenin tepesinden Doğuya doğru bakın
Şehrin ışıkları birer birer yanmaya başlamışken bu fırsat kaçar mı hiç? Ben 50mm lens ile bu görüntüyü elde ettim. F-stop değeri 1.8, shuter speed 1/125’di ve bu değerlerle düşük iso değeri (200) yakladım. Doğal olarak fotoğrafın da bozulması daha az oldu. Size tavsiyem manzara fotoğrafı için geniş açı lens kullanmanız. Full-Frame kamerada 24mm ile 28mm arası prime lens ideal olabilir.
Eğer böyle tarihi yerlerde elinizde kamera ile geziyorsanız sizi durdurup fotoğrafını çekmenizi isteyen birçok kişiyle karşılaşabilirsiniz. Hani yazının başında demiştim ya buradaki insanlar fotoğraf konusunda rahat diye, işte bu da bulunmaz bir nimet bir portre fotoğrafçısı için.

Fotoğrafını çekmemi isteyen yabancı uyruklu kişi

Aksanlarından yabancı olduğunu anladığım 4 kişi fotoğraflarını çekmemi istedi. Bu fırsatı tabiki de geri tepecek değilim. Fotoğraflarını çektim ve fotoğrafta başında beresi olan soldan ikinci abimizin telefon numarasını alıp fotoğrafları ona gönderdim. Bu sayede hem ben rahatça birkaç portre fotoğraf çektim hem de onlar güzel birkaç kareye sahip oldu. Kim bilir belki böyle küçük iyilikler bir gün işinize yarar.

Hava da soğumaya başlamışken artık bu güzel yere veda etme vakti gelmişti. Giderayak kararmış havanın etkisi altında birkaç kare çekmeden gitmek olmazdı.

Dış Kapı’dan çıkıp sağa döndüğünüzde bu görüntüyle karşılaşıyorsunuz.
Karanlık havanın da etkisiyle böylesine keskin kareleri yakalayabilmek için ikinci elden ucuza alacağınız  düşük f-stop’a sahip bir prime lens yeter de artar. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış. Umarım okumaktan keyif almışsınızdır. Yeni post için takipte kalın! 🙂

Resim

Dış Kapı’dan girdiğinizde hemen solunuzda bulunan tekstil ürünleri satan bir dükkan