Avrupa’da Gidilmesi Gereken 20 Güzel Şehir
Kaan İnan – Travellerasmus – Comd 357 Multimedia Journalism Foto Proje
1. Madrid, İspanya
Birçok kişiden Madrid’de çok fazla yapacak bir şey olmadığını duymuş olabilirsiniz. Halbuki Madrid, oldukça büyük bir şehirdir; isterseniz gidilecek bir sürü yer ve yapılacak birçok aktivite bulabilirsiniz. Sol Meydanı; Madrid’in en ünlü meydanıdır. Cadde boyunca birçok kafe, restoran, hediyelik eşya dükkanı, kıyafet mağazaları ve benzeri yerleri bulabileceğiniz bir yerdir. Rosi La Loca; Madrid’de yiyebileceğiniz en güzel Paella yapan mekandır. Paella seviyorsanız ya da denemek istiyorsanız gitmenizi öneririm. Retiro Park; bu şehirdeki en güzel ve en büyük parktır. İster biranızı alın çimlerde arkadaşlarınızla oturun, ister kitabınızı alıp kafa dinleyin ya da birçok turist gibi kayık kiralayıp, Retiro’nun keyfini suyun üzerinde çıkarmayı tercih edebilirsiniz. Eee, Retiro Park’a gitmişken içinde bulunan Kristal Saray‘a da gitmeyi ihmal etmeyin. Vintage pazarlar hoşunuza gidiyorsa, sadece pazar günleri 09.00 – 15.00 arası açık olan El Rastro de Madrid isimli pazara gitmenizi öneririm. Çok büyük bir pazar olduğu için aklınıza gelen her şeyi bulabilirsiniz. Çok gezdik, çok acıktık dediğinizi duyar gibiyim 🙂 Mercado de San Miguel; içinde onlarca yemek standı bulunan ve her standında farklı tür yemek satılan bir çeşit yemek pazarıdır. İçeride bir sürü geleneksel İspanyol yemeği ve tatlısı bulunan bu yemek pazarı, açık ara Madrid’de en favori yerimiz olmuştu 🙂
2. Barselona, İspanya
Barselona, gezdiğimiz bütün şehirler arasında en beğendiklerimdendi diyebilirim. Çeşit çeşit insanı ve mekanı içinde barındıran bu büyülü şehir gez gez bitmiyor. En ünlü turistik duraklardan başlayalım o zaman önerilere. Eğer tarihe ve eski mimariye ilginiz varsa ünlü Katalan mimar Antoni Gaudí’nin en ünlü eserlerinden olan Casa Batlló ve Casa Milà‘yı gezmenizi öneririm. Gotik mimari örneklerinden olan bu iki yapı kesinlikle gezilmeye değer yerler. Antoni Gaudí’nin yapımını devraldığı fakat ölümü sebebiyle inşaatını bitiremediği La Sagrada Familia, Barselona’da şüphesiz en çok turist çeken mimari yapılardan biridir. Nam-ı diğer “bitmeyen klise” olarak da bilinen La Sagrada Familia, 1883’den beri yapım halinde olup yapımının 2026 yılında bitmesi planlanmaktadır. La Sagrada Familia’nın içini de görmek istiyorsanız gitmeden önce internet sitesinden bilet almanız gerekiyor çünkü yoğun ilgi yüzünden kapıda bilet satışı yapılmıyor. Buraya tıklayarak bilet alınan siteye ulaşabilirsiniz. Çok gezdik, yorulduk biraz dinlenmek istiyoruz diyorsanız, şehrin içinde bulunan Barceloneta Sahili, gidip keyifli vakit geçirirken aynı zamanda dinlenebileceğiniz mükemmel bir yerdir. Kumsalda voleybol oynayan insanlara katılıp eğlenebilirsiniz ya da yatıp denizin ve güneşin tadını çıkarabilirsiniz. Ben bu mimari yapılara doyamadım daha fazlasını istiyorum diyorsanız bahçelerden ve mimari yapılardan oluşan Park Güel‘e gitmenizi öneririm. Son durağımız ve benim Barselona’da en beğendiğim yer olan Tibidabo‘ya kesinlikle gitmelisiniz. Şehri panaromik olarak görebileceğiniz bu tepede bir eğlence parkı mevcut. Şehir manzarasının tadını dönme dolabın en tepesinde çıkarmak ayrı bir keyifli oluyor 🙂
3. Lizbon, Portekiz
Lizbon’un bendeki yeri çok ayrıdır. Çok da büyük olmayan, sevimli ama aynı zamanda birçok şeyi içinde barındıran ve asla ölmeyen bir şehirdir. Bir turistin Güney Avrupa’da gezebileceği en güzel şehirlerden biri olduğunu düşünüyorum. 5 ay boyunca orda yaşama fırsatına sahip olabildiğim için kendimi her zaman çok şanslı saymışımdır. Erasmus’umu yaptığım şehirde ilk aydan sonra turist gibi yaşamayı bıraktığım için size daha çok turistlerin yapmaktan keyif alabileceği aktiviteleri ve yerleri önermeye karar verdim. Barrio Alto, şehir merkezinde birçok kafe, restoran ve barın bulunduğu bir mahalledir. Bana göre Lizbon’un kalbinin attığı yerdir. Barrio Alto’ya gidip keyifli vakit geçirmemeniz imkansızdır 🙂 Biraz aşağıya inerseniz Rossio diye adlandırılan ve Ticaret Meydanı‘nın bulunduğu çok turistik bir bölgeye geçebilirsiniz. Ticaret Meydanı, Tejo Nehri’nin karşında bulunan kocaman bir alandır; ister bir kafede oturup dinlenin, isterseniz kendinizi sahildeki çimlere bırakıp karşınızdaki manzaranın keyfini çıkarın. Lizbon’da genelde hava çok güzeldir, o yüzden sahilde bolca vakit geçirmenizi tavsiye ederim, hele bir de sokak sanatçılarına denk gelirseniz tadından yenmez 🙂 Bu manzarayı bir de tepeden görsek nasıl olur diye merak ederseniz, Rossio’ya yürüme mesafesinde bulunan Old Town’a gidip Miradouro de Santa Luiza adlı tepeden şehri yukarıdan izleyebilirsiniz. Oraya kadar gitmişken de Old Town‘u gezip, çok eski Portekiz mimarisini inceleme fırsatı bulabilirsiniz. Lizbon’un en turistik bölgelerinden biri olan Belém‘e mutlaka gidin. Bir önceki blogumda bahsettiğim Lizbon’un en ünlü pastanesi, Pastéis de Belém‘de, Portekizin en ünlü tatlısı olan Pastel de Nata yemenizi tavsiye ederim. Belém’e gitmişken Jerónimos Manastırı‘na, Belém Kulesi‘ne ve Vasco da Gama Anıtı‘na uğramayı ihmal etmeyin. Güzel bir akşam yemeği yemek istiyorsanız ve deniz ürünleri ile aranız iyiyse dünyaca ünlü restoran Cervejaria Ramiro‘ya gitmelisiniz. Dünyanın her yerinden sadece bu restorana gitmek için Lizbon’a gelen insanlar olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Büyük bir ilgi odağı olan bu restoran’ın önünde, içeride yemek yemek için bekleyen insanların oluşturduğu sırayı görünce siz de şaşıracaksınız 🙂 Lizbon gezimizin son durağı ise Sintra. Burası, Lizbon’a trenle yaklaşık 45 dakika uzaklıkta olan bir bölgedir. Oldukça turistik bir bölge olan Sintra’da Pena Palace (Pena Sarayı), Castelo dos Mouros (Mağribi Kalesi) ve Quinta de Regaleira (Regaleira Sarayı) en popüler noktalardır. Sintra’ya otobüsle 40 dakika mesefade bulunan ve Amerika keşfedilmeden önce dünyanın en uç noktası olarak bilinen Cabo da Roca‘ya (Cabo Burnu) mutlaka gidin, bu manzarayı her yerde bulamazsınız 🙂
4.Porto, Portekiz
Porto, oldukça küçük ve yürüyerek gezilmesi kolay bir şehirdir. Porto’da kaldığımız iki gün boyunca şehrin içinde gezerken toplu taşımaya binmemize gerek bile kalmamıştı. Porto’da yapılabilecek aktivitelerin ve gezilebilecek yerlerin sayısı kısıtlı olsa da, kaldığımız süre boyunca şehirden çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Kısa ve öz bir şehir yani Porto 🙂 Bence bu şehirde yapabileceğiniz en güzel aktivite kesinlikle bot turu. Köprüleriyle ünlü olan bu şehirde, bot turu yapmak ayrı bir keyifli oluyor. Tur sırasında görevlilerin dağıttığı kulaklıkları kullanarak çevrenizde gördüğünüz mimari yapıların tarihini dinleyebiliyorsunuz. Şehir merkezinde bot turu bileti alabileceğiniz standlar göreceksiniz, bu biletlerin bazılarına şarap mahzeni turu da dahil ediliyor. Size tavsiyem, bot ve şarap mahzeni turlarını paket olarak satılan tek bilet halinde satın almanız. Şarabıyla dünyaca ünlü bir yere gidip, şarap mahzenlerini gezmeden dönmek olmaz 🙂 Keyifli bir akşamüstü geçirmek istiyorsanız, kocaman bir çimlik alan olan Jardim do Morro adlı bahçeye gitmenizi öneririm. Akşama doğru çok kalabalıklaşan bu bahçede, hayatınızda izlediğiniz en büyüleyici gün batımlarından birini izleyebilirsiniz. Harry Potter serinin yazarı olan J.K. Rowling, bir dönem Porto’da yaşıyormuş ve kitabını yazarken esinlediği bir kitap dükkanı varmış. Dünya’nın en güzel 3. kitapçısı olarak geçen Livraria Lello‘ya gitmenizi öneririm. Birçok turistin popüler noktası Majestik Cafe‘ye gidip, Porto’nun en ünlü ve geleneksel yemeği olan Francessinha yemeden sakın dönmeyin 🙂
5.Paris, Fransa
Paris, şüphesiz dünya üzerinde en çok klişeleşmiş şehirlerden biri olmasına rağmen gidenlerin fazlasıyla büyülendiği bir şehirdir. Paris hakkında çok fazla hem iyi hem de kötü yorum duyduğunuza eminim. Fikriniz ne olursa olsun, bu şehri ölmeden önce gidilmesi gereken şehirler listenize mutlaka ekleyin, benden demesi 🙂 Paris dendiğinde akla gelen ilk anıt olan Eyfel Kulesi ile başlayalım o zaman. Bir demir yığını bir insanı neden bu kadar büyüler bilinmiş değil. Size tavsiyem Eyfel Kulesi’ne karşı bir şişe şarap içmeniz olabilir sadece, çok keyif alacağınıza eminim 🙂 Paris’e gitmişken mutlaka Louvre Müzesi‘ne de gidin, çok büyük ve çeşit çeşit sanat eserlerini barındıran bu müzeye bir gün bile ayırsanız yeridir. Girişinde çok fazla sıra olduğu için biletinizi internetten almanızı tavsiye ederim, çok daha hızlı ve vakit kaybetmeden girmiş olacaksınız. Buraya tıklayarak bilet alınan siteye ulaşabilirsiniz. Sonraki durağımız Arc de Triomphe. Bu Zafer Takı’nın en üstüne çıkıp şehir manzarasını ordan izlemeyi tercih edebilirsiniz ya da Arc de Triomphe’un bağlandığı ve Paris’in en ünlü caddesi olan Champs-Élysées‘de kafe ve yemek yerlerinde oturup, kıyafet mağazalarını gezebilirsiniz. Sacré Coure‘e gidelim şimdi de. Bu bazilikanın bulunduğu yer, yine Paris manzarasının görüldüğü yerlerden biridir. Sacré Coure’ün arkasında bulunan Monmarte adındaki bölgeye gidip oradaki kafelerden birinde oturmanızı kesinlikle tavsiye ederim. Hayatınızda görebileceğiniz en şirin mahallerlerden biri olabilir. Notre Dame Katedrali, bir başka klişeleşmiş Paris yapılarından olsa da gidip görülmeye değer bir yapı. Notre Dame’a çok yakın olan Shakespare and Company adlı kitapçıya uğramanızı tavsiye ederim. Aynı bölgede bulunan ve Paris’in en ünlü kafesi olan Cafe de Flor‘da sıcak çikolata ve kruvasan ikilisini kesinlikle denemelisiniz. Son önerim ise Bouillon Pigalle adında bir restoran. Burayı açan şef, eskiden Michelin Yıldızlı bir restoranda çalışıyormuş fakat oradan ayrılıp kendi restoranın açmaya karar vermiş. Burada, Michelin Yıldızlı restoranlarda bulabilceğiniz kalitedeki yemekleri çok daha uygun fiyatlara yiyebilirsiniz.
6.Amsterdam, Hollanda
Amsterdam dendiğinde akla gelen ilk şey kanalları olsa gerek. Kanalların hepsi birbirine benzesede bakmaktan asla sıkılmıyorsunuz 🙂 Bu kanalları gezerken ünlü “Red Light District” bölgesine denk gelebilirsiniz. Giderseniz aklınızda bulunsun, turistler her ne kadar bu bölgenin fotoğraflarını çekse de, bu olay Amsterdamlılar tarafından pek hoş karşılanmamaktadır. Fotoğraf çekerken yakalanırsanız sizi uyaran insanlar olabilir. Dam Meydanı, Amsterdam’ın en ünlü meydanlarından biridir, şehrin merkezinde gezerken mutlaka karşılaşacaksınızdır. Eğer müze gezmekten keyif alıyorsanız, en ünlü müzelerden ikisi olan Anne Frank Evi ve Van Gogh Müzesi‘ne gidebilirsiniz. Amsterdam’ın mükemmel parklarında oturup vakit geçirmek istiyorsanız Vondelpark ve Museumplein‘e mutlaka gitmelisiniz. Güneşli günlerde bu parklarda oturmak oldukça keyifli oluyor 🙂 Hayatımda yediğim en iyi pizzalardan birini tamamen tesadüfen bulduğumuz New York Pizza isimli bir pizzacıda yemiştim, kesinlikle gitmenizi öneririm, asla pişman olmayacaksınız 🙂 Bak şimdi acıktırdın bizi diyorsan bir yemek önerisi daha geliyor o zaman size. Mannekenpis isimli, önünde her daim sıra olan ve patates kızartmalarıyla ünlü olan bu yerin patatesleri mükemmel oluyor. Çeşit çeşit sos seçenekleri bu mekanı daha da mükemmel kılıyor. Elinizde patates kızartmanız ile birlikte gezmeye devam ederken şehirden daha bi keyif alıyor insan 🙂
7.Berlin, Almanya
Berlin, istisnasız gittiğim en alışılmamış Avrupa şehirlerden biriydi diyebilirim. Diğer Avrupa şehirlerindeki durgunluk burada pek mevcut değil. Bu şehrin sınırları yok, aklınıza gelen her şeyi yapabilirsiniz 🙂 Berlin’de her çeşit insana denk gelebilirsiniz, özellikle Türklerle çok fazla karşılaşacağınıza eminim. Meşhur Berlin Duvarı‘na gidip, bir sergi geziyormuş havasında duvarlara çizilen sokak sanatını inceleyebilirsiniz. Brandenburg Kapısı ve Berliner Dome (Berlin Katedrali), bu şehirle özleşmiş yapılardandır. Berlin Katedrali’nin tepesine çıkıp şehir manzarasını izleyebilirsiniz. Eğer güneşli bir Berlin gününe denk geldiyseniz Treptower Parkı‘na gidip, güzel havanın tadını çimlere uzanarak çıkarmak insana çok keyif veren aktivitelerden biridir. Holocaust Monument (Avrupa’da katledilen Yahudiler Anıtı), Berlin’in çok fazla turist çeken noktalarından biridir. Eğer Noel dönemi Berlin’e giderseniz, Christmas marketlerine mutlaka gitmelisiniz. İçeride verilen konserleri dinlerken çeşit çeşit yemek, alkol ve atıştırmalıklar bulabilirsiniz. Eğer tekno müzik dinlemeyi seviyorsanız, dünyaca ünlü gece kulüpleri olan Berghain ve Tresor‘a gitmenizi öneririm 🙂 Yalnız aklınızda bulunsun, Berghain’a girebilmek için bir kıyafet kuralı vardır, mutlaka siyah giyinmelisiniz. Birçok Türk’ün yaşadığı ve Berlin’de Türk mahallesi olarak bilinen Kreuzberg’de hayatımda yediğim en iyi döneri yemiştim. Hacı Baba isimli dönerciye kesinlikle uğramalısınız, Türkiye’deki dönerlerden daha güzel yapıyorlar 🙂 Fakat aklınızda bulunsun, Kreuzberg çok tekin bir mahalle değildir, yemek yediğimiz bir hamburgecide çantalarımız çalınmıştı…
8.Budapeşte, Macaristan
Budapeşte, Orta Avrupa’da en beğendiğim şehirdi. Mimarisi, sokakları ve genel şehir tasarımı oldukça etkileyici. Macaristan’ın başkenti olmasına rağmen çok da büyük bir şehir değil Budapeşte. St. Stephen Bazilikası en ünlü mimari yapılardan biri olarak geçiyor. Bu tarz yapıları gezmeyi seviyorsanız Buda Kalesi ve Matthias Klisesi ilginizi çekebilir. Şehirle bir diğer özleşmiş yapı ise Zinci Köprü‘dür (Chain Bridge). Şehrin yukardan manzarasını görmek istiyorsanız, Balıkçı Tabyası‘na (Fisherman’s Bastion) gidebilirsiniz, çok turist çeken noktalardan biridir. Budapeşte’de yaparken en keyif aldığım aktivite kesinlikle Széchenyi termal havuzunda yüzmekti. Havanın 7 derece olmasına rağmen kışın ortasında mayonuzla açık alandaki bir havuzda yüzmek çok keyifli oluyor 🙂 Orta Avrupa’nın yemek kültürünü kendime çok yakın hissetmesem de Lángos yemeyi deneyebilirsiniz, yeni tatlara her zaman açık olmak lazım 🙂
9.Viyana, Avusturya
Viyana, Orta Avrupa’nın en pahalı fakat en elit şehirlerindendir. Mimari yapıları oldukça büyüleyici olan bu şehirde kilise ve katedral gezmeye doyamamıştık. Sizde bizim gibiyseniz, Belvedere Sarayı‘na, St. Stephen Katedrali‘ne ve Karlskirche‘ye (Karl Kilisesi) kesinlikle gitmelisiniz. Aynı zamanda, Hundertwasser Evi de oldukça ilginç ve çok turist çeken yapılardan biridir. Noel zamanı Viyana’ya giderseniz, Christmas marketlerine uğramayı ihmal etmeyin, soğuk havada sıcak şarap çok iyi gidiyor 🙂 Viyana şinitzelinin ünü dünyaca bilinir. Bazı ünlü şinitzel restoranlarına gidip boş masa sorduğumuzda “önümüzdeki aya kadar hiçbir saat için boş masa yok” cevabını bile aldık, oldukça şaşırtıcıydı. Yine de Reinthaler’s Beisl ve Salm Bräu isimli, lokal ama çok güzel iki restoranda şinitzel yeme şansımız oldu. Hakkını vermek lazım, gerçekten şinitzeli çok güzel yapıyorlar 🙂
10.Prag, Çek Cumhuriyeti
Prag, mimarisiyle sizi sanki masal kitabındaymışsınız gibi hissettirebilen bir şehirdir. Küçük bir şehir olduğu için her yeri yürüyerek gezebilmek mümkündür. Oldukça popüler Orta Avrupa şehirlerinden biri olan Prag’da en turistik noktalar; Old Town Square, Charles Bridge, Dancing House ve Old Royal Palace‘tır. Ben bu şehrin manzarasını bir de tepeden görmek istiyorum diyenler, Old Royal Palace’a gittiklerinde aynı zamanda şehri tepeden izleme fırsatını bulabilir. Noel zamanı çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi Prag’da da Christmas marketleri kuruluyor. Spiral patates ve Tredelnik adlı tatlı, yerken en keyif aldığımız yemeklerdendi 🙂