TOROSLARIN EMEKLİ ASKERLERİ: YILKI ATLARI
Zeynep Arslan / Modern Kovboy / COMD 357 Multimedia Journalism İlkbahar 2020-21 Serbest Proje
Sanayinin gelişmesinden önce tarım, ulaşım ve savaş için kullanılan atlar geniş kullanım alanıyla insanların ‘olmazsa olmazı’ haline gelirken, toplumun gelişmesi ve büyümesinde büyük bir rol üstleniyor. Kullanım alanı oldukça geniş olan ve Anadolu insanıyla birlikte gelenekselleşen atlar, sakatlanıp yaşlandığında ya da sahipleri ekonomik sıkıntıya girip artık atlara besin sağlayamadığında ‘yılkıya bırakılır’, yani doğaya salınırmış. Ata yeniden ihtiyaç duyulması durumunda yılkıya bırakılan at, bırakıldığı bölgeden yeniden yakalanır ve sezonluk olarak kullanılırmış. Tabii ki aynı atın aylar, belki yıllar sonra yeniden bulunması her zaman mümkün olmadığı için, ihtiyaç sahibi kişinin bölgeye bırakılan başka bir yılkı atını yakalaması da yaygınmış. Böylece atlar sezondan sezona başka kişiler tarafından sahiplenilir ve ihtiyaca göre kullanılır, nihayetinde yeniden doğaya salınırmış.
Yılkı atlarını Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde gözlemlemek mümkün, Kayseri’deki Erciyes Dağı, Manisa’daki Yunt Dağı, Karaman ve Nevşehir, yabani at sürüleriyle bilinen yerlerden bazıları. Doğa meraklılarının, turistlerin ve fotoğrafçıların ilgisini çeken yılkı atları aynı zamanda belgesel ve film yapımcılarının da dikkatinden kaçmıyor.
Antalya’nın İbradı ilçesinde yer alan Eynif Ovası da yılkı atlarına ev sahipliği yapan yerlerden biri, ancak buradaki atları Türkiye’deki diğer yılkı atlarından ayıran bir özellik var; tarihleri.
90 bin dönümden oluşan Eynif Ovası yalnızca yılkı atlarına ev sahipliği yapmıyor, aynı zamanda Toroslarda yaşayan bu atların tarihle, tabiatla ve yörük insanıyla olan köklü geleneğini de taşıyor dağ eteklerinde…
”Buradaki atların soyları Osmanlı Dönemi’ne dayanıyor. Ormana köyündeki genç erkekler yedi tapu karşılığında Sipahi Ocakları’na yazılıyor ve sefere çağırıldıklarında bölgeden ayrılarak savaşa gidiyorlar. O zamanlarda Osmanlı Devleti ‘rahvan tipi’ dediğimiz özel savaş atları yetiştiriyordu, sipahiler de bu atlar üzerinde savaşırdı. Seferler bittiğinde gençler memleketlerine bu atlarla döndüler. Çiftçilikle uğraşan yörükler atları evcilleştirip toprağı ekip biçmek için kullanmak istemişler, ancak atlar savaş atı olduğu için evcilleşememiş ve köylüye bir faydası dokunmamış. Bunun üzerine atlar Eynif Ovası’na salınmış, yani yılkıya bırakılmış.”
Rahvan atlarının Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türkler tarafından getirildiğini ve safkan Türk atı olduğunu belirten Sunar, bu atların savaş stratejisi için kritik bir önem taşıdığına değiniyor:
‘‘ Rahvan atlarının en önemli özelliği onlara has olan yürüyüşleridir, adlarını da ‘rahvan yürüyüşü’ denen teknik yürüyüşlerinden alırlar zaten. Bu atlar ön ve arka taraftaki ayaklarını aynı anda basar, böylece üstündeki binici sarsılmadan, yorulmadan, beli dahi ağrımadan aralıksız 70 kilometre gidebilir.”
Biniciyi sarsmayan ‘rahvan’ yürüyüşün, savaş sırasında askerlere manevra kontrolü sağladığının altını çizen Sunar, bu atların İngiliz ve Arap atlarına göre çok daha dayanıklı olduğuna dikkat çekiyor.
” Rahvan atları Orta Asya kökenli olduğu için çetin kuraklıklara ve kıtlığa dayanıklıdır. Az su ve yem ile kilometrelerce yol gidebilir, zor yorulur ve hızlıdır. ”
Bir kere Rahvan atına binen kişinin bir daha başka ata binmek istemeyeceğini söylen Sunar, Rahvan atlarının binişini ”Diğer atların binişi traktör gibi sarsıntılıyken bu atların binişi son model spor araba gibi sarsıntısız ve konforludur.” sözleri ile ifade ediyor.
” Eskiden at üreticileri bu atları bölgeden kaçırır yarış atı yapardı, televizyonlarda izlerdik bu tarz haberleri. Çok şükür artık Eynif Ovası’ndaki atlar devlet tarafından kapsamlı bir koruma altında, hiçbir at üreticisi cesaret edip de bu atları kaçıramaz, çok ciddi cezaları var.”
Ovadaki atların küçük aile gruplarından, diğer bir adıyla öğreklerden oluşan bir sürü düzeninde yaşadığını belirten Sunar, her öğrekte yaklaşık olarak beş ila on arasında atın bulunduğuna değiniyor. Her ailenin başında alfalık görevini üstlenen ‘aygır’ dediğimiz yetişkin, erkek bir at var; kalan aile üyeleri dişilerden ve taylardan oluşuyor. Özellikle tayların doğumundan sonra bir arada gözlemlenmesi zor olan öğrekler, aile bütünlüğü konusunda oldukça katı bir düzene sahip. Bunun gibi dönemlerde öğrekler, yani aileler halinde dolaşan atlar, otlanırken bile aralarında mesafe bırakıyor ve başka öğreklerden uzak duruyor.
Civarda yaklaşık olarak 800 ila 1000 yılkı atının olduğu bilinse de Sunar’a göre bu sayı çok daha fazla.
” Çeşitli kaynaklarda burada en fazla 1000 tane yılkı atının olduğu söyleniyor ama ben buna kesinlikle katılmıyorum. Yılın 12 ayı Eynif Ovası’na atlı safariye geliyorum kendi atlarımla. Bazenleri çadırla gelip kamp yapıyorum, günlerce bu dağ eteklerinde kaldığım, at sırtında gezdiğim zamanlar oldu. Zaman zaman aynı bölgede 1500’den fazla atı bir arada gördüm. Benim tahmini sayımıma göre burdaki atların sayısı 2000’in üzerinde. Kuraklıklıkta bu atların hepsi aynı bölgede toplanıyor çünkü buradaki su kaynaklarının yarısından fazlası kuruyor ve su bulunan yerlerin sayısı azalıyor. Dolayısıyla suyun ve gölge alanların bulunduğu bölgelere kaçıyorlar, işte böyle zamanlarda onları toplu olarak görme şansım oldu, deneyimlerime dayanarak bölgedeki atların sayısının 1000’den fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.”
Eskiden Eynif Ovası’nın Ormana köyünün yaylası olduğunu ve bölgedeki tarımın ovada gerçekleştirildiği bilgisini veren Özgüven, tımarlı sipahiler sefere gittikten sonra ovadaki tarımı devam ettirecek insan gücünün kalmadığını belirtiyor. Bölgeyi ekip biçecek çiftçi arayışına giren köy ağaları Mersin’deki obalardan beş aileyi ücretli tarım işçisi olarak Eynif Ovası’na getiriyor. Bugün Eynif Ovası’nın üzerinde yer alan Başlar köyü, tımarlı sipahilerin yokluğunda bölgedeki tarımın devam etmesi için getirilen beş Mersinli aile tarafından kuruluyor. Özgüven’nin iddiasına göre asıl adı ‘Beşler’ olan köy, Cumhuriyet Dönemi’nde nüfus memurunun, Osmanlıcadaki ‘e’ harfini ‘a’ olarak okumasıyla, ‘Başlar’ köyü olarak geçiyor kayıtlara.
Mustafa Deniz, nam-ı diğer Yörük Kovboyu da bölgede atlı safari turları düzenleyen turizmcilerden biri. Teksas temalı at çiftliği ve kovboy filmlerini aratmayan atlı safari turlarıyla tanınan Deniz, lakabının hakkını fazlasıyla veriyor! Eynif Ovası’nda başlayan atlı safari rotasının Beyşehir’de son bulduğunu söylen Deniz, yolun yaklaşık olarak bir ila iki hafta sürdüğünü, konaklamanın ise çadırlarda yapıldığını söylüyor. Tura katılan ziyaretçilerin büyük çoğunluğu Almanlardan oluşuyor. Rotasını Selçuklu tüccarlarının geçtiği İpek yolunu takip ederek oluşturduğunu belirten Mustafa Deniz, molalarını yol üzerindeki tarihi hanların yakınlarında verdiklerini, bu şekilde tarihi anlatmak yerine ‘yaşattığını’ söylüyor. Felsefesini ”Geçmişimi unutmamak için çıktım yollara…” diyerek ifade eden Yörük Kovboyuna göre turistlerin tur boyunca görmekten en çok keyif aldığı manzara Eynif Ovası’ndaki yılkı atları oluyor!
Nazım Sunar da bölgeye atlı safari turları düzenleyen turizmcilerden biri. Çiftliğindeki atları araçlarla ovaya getiren Sunar’ın turu Eynif Ovasını kapsıyor. Tura katılmak için ön koşulun ileri seviyede binicilik deneyimi olduğunun altını çizen Sunar, ziyaretçilerinin çoğunluğunun Avrupalı olduğunu belirtiyor. Sabah altı sularında başlayan tur, akşam saatlerinde son buluyor. Tur boyunca evcil atların sırtında yılkı atlarıyla birlikte koşan ve Toroslar’ın doğasını olabilecek en pastoral şekilde deneyimleyen turistler, gülen yüzler ve unutulmaz anılarla ayrılıyor bölgeden.
Bölgedeki kuraklığın son yıllarda arttığına dikkat çeken Nazım Sunar, yaz aylarında bölgedeki su kaynaklarının yarısından fazlasının kuruduğunu belirtiyor.
Ovadaki ekosistem dengesizliğinin en büyük kanıtı olan çekirge istilaları, atların otlandığı mera alanlarını tahrip ediyor. Çekirge istilalarına karşı, ilaç gibi kimyasallar yerine, hindileri kullanarak biyolojik müdahalede bulunan bölge halkı, yılkı atlarını olabildiğince doğal yollar ile korumaya çalışıyor.
2021 yılındaki yaz yangınlarında yok olma tehlikesi ile burun buruna gelen yılkı atları, yanarak ölmekten kıl payı kurtuldu! Temmuz ayında başlayan Manavgat yangını yaklaşık olarak bir hafta sonra Eynif Ovası’nı çevreleyen Toros Dağları’na kadar ulaştı. İtfaiyenin karada ve havada yaptığı müdahalelere rağmen poyrazla yön değiştiren alevler bölge halkında ve basında büyük paniğe sebep oldu. Ovanın yakınındaki köy sakinleri atları korumak için sahada gönüllü olarak günlerce çalıştı. Mustafa Deniz ve Nazım Sunar’a göre atların yangından zarar görmeden kurtulmasını sağlayan iki şey vardı; dayanışma ve biraz da şans.
Mustafa Deniz atların yangın ve deprem gibi felaketleri köpekler gibi önceden anladığını ileri sürüyor. Yangın yayılmadan önce ormanlık alanlardan uzaklaşarak Eynif Ovası’na sığınan atlar, sürüler halinde tek bir noktada toplanmayı başarmış. Bu şekilde at nüfusunda kayıp yaşanmasının önüne geçilerek atlar korunaklı bölgelere kolaylıkla tahliye edilmiş. Atların tahliye edildikleri bölgeden yem ve su bulmak amacıyla ayrılmasını önlemek için tonlarca yem ve su yardımı yapıldığını bildiren Nazım Sunar ”Hayatımda gördüğüm en güzel dayanışma örneklerinden biriydi. Kimisi yem kimisi su getirdi atlar için. Ben de kendi çiftliğimden kilolarca yem getirdim buraya. ” sözleri ile anlatıyor yangın günü yaşananları.
Ankara’dan Manavgat’a aldığım otobüs bileti ile başlıyor yolculuğum. Sabahın erken saatlerinde Manavgat’a varıyorum ve Eynif Ovası’na doğru yola koyuluyorum. Gezi boyunca Nazım Sunar ve bölgeyi ziyarete gelen iki Alman turist eşlik ediyor bana.
Eynif Ovası’na inmeden önce Toros dağlarına çıkıyoruz. Manavgat yangının yaraları hala taze. Ovayı çevreleyen bitki örtüsü yangından tahrip olmuş. Bölgeyi dikkatli incelediğimde yeniden yeşermeye başlayan küçük bitkiler çarpıyor gözüme, doğa kendini yenilemeye başlamış gibi görünüyor.
Eynif Ovası’na vardığımda bölgenin yangından tamamen korunduğunu gözlemliyorum. Burada yangına dair tek bir iz yok, her yer yemyeşil… Atlar Nazım Sunar’ın anlattığı gibi küçük gruplar, diğer bir adıyla öğrekler halinde otlanıyor. Aralarında tayların da bulunduğu at gruplarının ancak kurak aylarda bir araya geldiğini öğreniyorum Sunar’dan. Kuraklık arazinin geneline hakim olmasa da, alçak bölgelerdeki su kaynaklarının yavaş yavaş kurumaya başladığını görüyorum.
Eynif Ovası’na doğru akan pınar alçak bölgelerde kurumaya başlamış bile, bir ay sonra bu bölgede hiç su kalmayacağını söyleyen Sunar, atların su bulabilmek için daha yüksek bölgelere çıkacağını bildiriyor. Biz de atların su kaynaklarını görebilmek için ovanın yukarı kesimlerine çıkıyoruz.
Yol üzerinde bir yalak çıkıyor karşımıza. Atlara ve yabani hayvanlara kurak zamanlarda su sağlamak için yapıldığını öğreniyorum bu yalağın. Bölge halkı buradaki atlara ve yaban hayatına oldukça değer veriyor anlaşılan.
Nihayet ovaya akan suyun kaynağına, Akpınar’a varıyoruz. Suyun berraklığı ve dağların arasından akıp gitmesi adeta bir tablo gibi! Ovanın üzerinde yer alan su kaynakları kuruyunca atların pınarın etrafında toplandığını öğreniyorum Nazım Sunar’dan.
Pınar’ın yanıbaşında hayrat olarak yaptırılan ufak bir piknik alanında yemek molası veriyoruz. Emekli orman depo memurunun anısına oğulları tarafından yaptırılan hayrat, ”Akpınar’a diktin ikiz çınarı;
Gölgelesin toprakları, pınarı;
Temiz kalsın altı, üstü, kenarı…’
dizeleri ile karşılıyor bizi.
Piknik alanının tam ortasına dikilen ikiz çınarların altında yiyoruz yemeğimizi. Bu sırada Alman turist Nina Melzer ile konuşma fırsatı yakalıyorum, yıllardır binicilikle uğraşan Nina, buradaki doğallığı Almanya’nın hiçbir yerinde görmediğini söylüyor bana. Yemeklerimiz bittikten sonra çöplerimizi toplayarak Akpınar’ın etrafını keşfetmeye başlıyoruz.
Pınarın çevresi Eynif Ovası’nın alçak kesimlerine göre çok daha fazla bitki ve canlıya ev sahipliği yapıyor.
Akpınar’ın kenarında bir at grubu yakalıyorum sonunda! Otlanan atları ürkütmeden, ağaçların arkasında saklanarak fotoğraflıyorum onları.
Nazım Sunar ”Atlar seni gördüğünde hareket etmeden sessizce bekle, yoksa kaçarlar.” diyor bana. Bu karede atlardan biri beni fark ediyor, söylenildiği gibi yürümeyi bırakıp hareketsiz kalıyorum. Buradaki atları gözlemledikten sonra Eynif Ovası’nın üzerinde yer alan Başlar, eski adıyla Beşler köyüne doğru yola çıkıyoruz.
Başlar Köyü’ne vardığımda 80 yaşındaki eski köy muhtarı Ahmet Aydın ile röportaj yapıyorum. Buradaki atların çocukluğundan beri burada olduğunu söyleyen Aydın da bölgedeki yılkı atlarının savaşlarda kullanılan atların soyundan geldiğini söylüyor bana.
”Benim çocukluğumda motorlu taşıtlar yoktu, traktör ve araba yerine köyde kullandığımız evcil atlarımız vardı. O eski zamanlarda bile yılkı atlarını görürdüm ovada.” diyen Ahmet Aydın’a ”Buradaki atları özel kılan şey nedir sizce?” sorusunu yöneltiyorum.
Sorumu ”Doğallık, özgürlük ve rahatlık.” diyerek yanıtlayan Aydın, ”Rahatça dolaşıyorlar doğada; ceza yok, tokat yok!’ diyerek devam ediyor sözlerine. Ceza ve tokatın ne olduğunu soruyorum Aydın’a.
Tokatın dikili araziye giren atlara verilen bir ceza olduğunu anlatmaya başlıyor:
”Benim çocukluğumda hayvanlar ekili tarlaya girdiği zaman bekçiler o hayvanı yakalar ve hapsederdi. Hayvan sahibi tazminatı ödemeden atlar salınmazdı, buna da tokat derlerdi.” sözleri ile anlatıyor tokatı bana.
Bir nevi hayvan hapishanesi görevi gören tokatlar, taşradaki düzeni sağlamak için geliştirilen bir yörük töresi aslında.
Başlar köyünün kahvesinde Ahmet Aydın’la yaptığım röportaja kulak misafiri olan köy sakinleri de bölgenin tarihi önemini anlatıyor bana. Manavgat’a dönmeden önce dağ eteklerinin kenarında bulunan Tol Han’ı görmem tavsiye ediliyor.
”Anadolu’yu Akdeniz’e bağlayan kervan yolu buradan geçiyordu. Burası dağlık bir bölge olduğu için yollarda ölenler çok olurdu, devlet büyükleri bunun önüne geçmek ve tüccarlara kolaylık sağlamak için sık aralıklarla hanlar yapmış buraya. Ahşaptan olanlar yıkıldı, ancak taştan yapılanlar hala duruyor.” diyerek araya giren Ahmet Aydın, büyüklerinden dinlediği bölge ticaretini anlatıyor bana.
”Buradaki kervan yolları yörük kültüründeki göçebeliğin ve ticaretin en büyük simgesidir. Benim büyüklerim Konya’daki tuz gölünden tuz toplar, deve ya da at sırtında Akdeniz’e getirip satarmış. 40 ila 45 gün süren yollarda hastalanıp ölen ya da eşkiyalar tarafından öldürülen çok kişi olmuş.”
Gerçekleştirdiğimiz keyifli röportaj için teşekkür ettikten sonra, bahsi geçen meşhur Tol Han’a doğru çıkıyorum yollara.
Tol Han’ın girişinde de küçük bir yılkı atı grubu görüyorum. Ürkütmeden fotoğraflarını çektikten sonra Tol Han’a doğru yürümeye başlıyorum.
Kervanların Akdeniz’e varmadan önceki son kavşakta yani Eynif Ovası’nda mola verdiği Tol Han’a varıyorum. Handa dikkatimi çeken ilk şey büyük, taş kemerleri oluyor.
Selçuklu döneminde yapıldığı bilinen Tol Han, ismini taş kemer ya da taş kemerle yapılan ev anlamına gelen ‘tol’ kelimesinden alıyor. Dağ eteklerine parelel şekilde konumlanan yapı, bölgenin önemli bir ticari kavşak olmasının da en büyük kanıtlarından biri.
Tol Han’ın çıkışındaki dikili taşlara takılıyor gözüm. Araştırdıktan sonra öğreniyorum ki buradaki taşlar yolculuk sırasında ölen tüccarların gömüldüğü mezarların taşıymış. Mezarları da inceledikten sonra araçlarımıza binip Manavgat’a dönüyoruz.
Manavgat’a vardığımızda gezimiz boyunca bize eşlik eden Alman ziyaretçiler Nina Melzer ve Patrick Melzer ile kısa bir röportaj gerçekleştiriyorum. Eynif Ovası’nı görme fikrinin kendisinden çıktığını söyleyen Nina ”Ben atları seviyorum, kocam Patrick ise doğayı. Bu gezi ikimiz için de rüya gibiydi.” sözleri ile anlatıyor Eynif Ovası turunu. Seneye aynı geziye ailesi ve arkadaşları ile katılmak istediğini belirten Patrick ” Türkiye’nin doğasına hayranım. Eynif Ovası tekrar tekrar geleceğimi, ve ne kadar gezsem de asla bıkmayacağım bir yer olacak benim için!’ diyerek gülümsüyor. Melzer çifti bölgeyi ziyaret eden turistlerden sadece ikisi! Eynif Ovası her yıl onlar gibi binlerce turist ağırlıyor. Nina ve Patrick de diğer ziyaretçiler gibi bir çift gülen yüz ve binlerce anı ile uğurlanıyor bölgeden…
Yüzyıllardır bu coğrafyanın insanı ve yaşantısıyla simgeselleşen atlar, bugün Eynif Ovası’nda tarihin şahitliğini yapıyor. Nadir bulunan bir tür olmasının yanında Türk binicilik kültürünün ve tarihinin elçiliğini yapan yılkı atları, her yıl binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Geçmişte göç ve savaşlarda insanın kadim dostu olan; bugün ise Eynif Ovası’nda emekliliğe ayrılan Rahvan atları tür devamlılığını korumaya devam ediyor. Ne var ki uzmanlar iklim krizi ile birlikte birlikte kuraklık ve yangınların artacağına, dolayısı ile doğal hayatın tehlikede olduğuna dikkat çekiyor. 2021 yılında yaşanan yangının yaraları hala taze, doğa kendini yenilemeye başlasa da bölgenin eski haline kavuşması yıllar alacak. Anadolu köylüsü kimi kesimlerce ”cahil” olarak nitelendirilse de, bölge halkının coğrafya bilgisi, yaban hayatınına dair engin bilgisi ve iklim krizine karşı aldığı çevre dostu önlemler aksini kanıtlıyor. Yaşanan felaketlerde yılkı atları için seferber olan köylü, büyüklerinden miras kalan yörük öğretileri ile koruyor Eynif Ovası’nı. Bölge halkı ve yılkı atları arasındaki dostluk Dede Korkut Hikayeleri’ndeki Bamsı Beyrek ve atı Dengiboz’un öyküsünü anımsatıyor:
Bamsı Beyrek 16 yıl zindana kapatılır, nihayetinde özgürlüğüne kavuştuğunda kendisini 16 yıl bekleyen atı Dengiboz ile karşılaşır ve atına seslenir:
”At demezem sana
Kardaş direm
Kardaşımdan ileri”
Çok değil, bundan 40 yıl öncesine kadar taşra hayatının hemen her alanında atların kullanıldığı bir coğrafya Türkiye. Bundandır ki at ile insan arasındaki bağ hala diri ve taze. Edebi eserlerde çokça yer ”sadık at” imgesi, bugün ”atına sadık kalan insan” imgesine evriliyor Eynif Ovası’nda…