Gri Değil Siyah: Rock Müziğin Kalesi Ankara

Yunus Emre Bayu, Mutlu Burak Özmen

Türkiye’de 80’li yıllarda doğmaya başlayan rock ve metal müziğe Ankara ev sahipliği yapıyordu. Hazy Hill, Axe, Dr.Skull gibi üniversiteli gençler tarafından kurulan bu gruplar yeni bir alt tür oluşturmakla kalmayıp bu şehirde gelişme imkanı da buluyorlardı. Ufuk Önen’in kuruculuğu, solistliği ve gitaristliğini üstlendiği Hazy Hill, döneminde büyük ses getirmiş ve ondan sonra kurulacak olan gruplara bir ışık olmuştur. Önen, Ankara’da gelişen bu alt kültürü, dönemin zorluklarını ve gelişme sürecini kendisinin yönettiği Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks! isimli belgeseli ile bizlerle paylaştı. Geçmiş tarihli çekimler, dönemin rock ve metal grup üyeleriyle yapılan röportajlar, Önen’in kendi sesinden anlatımıyla bir araya gelerek 7 yılda tamamlandı. Belgeselin Ankara galası, 10 Mayıs  Çarşamba akşamı saat 20.00’de Türk Amerikan Derneği, Tatbikat Sahnesi’nde yapıldı. Dönemin rock ve metal müzik grup üyeleri ve bugün bu müziğe gönül vermiş yeni jenerasyon bu belgesel gösterimi için Tatbikat Sahnesinde buluştu.
Belgesel, bu kez Bilkent’te Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü’nin düzenlediği “Play/Pause, FF/Rewind,” festivali kapsamında 4 Ekim akşamı saat 6’da  Ankara seyircisiyle buluşuyor.

10 Mayıs 2017 Ankara Türk Amerikan Kültür Derneği. Soldan sağa: Aycan Yücel Uyanık, Ufuk Önen, Yusuf Akçura, Gülden Treske, Neslihan Atcan Altan, Andreas Treske
10 Mayıs 2017 Ankara Türk Amerikan Kültür Derneği. Soldan sağa: Aycan Yücel Uyanık, Ufuk Önen, Yusuf Akçura, Gülden Treske, Neslihan Atcan Altan, Andreas Treske /foto: Ufukonen.com

O Dönemde Ankara Nasıldı?
Ankara… Kimilerine göre cansız ve gri, kimilerine göre ise bürokrasinin hüküm sürdüğü ve durağan bir şehir klişesiyle anılır her zaman. Ankara’daki heyecan ve hareketlilik daima meclisin yarattığı bürokrasiyle hatırlanır. Özellikle 80’li yılların puslu ve karanlık zamanında o dönemin siyasetinin yoğun bir şekilde yaşandığı ve memur kenti olarak anılan bu kent çoğu zaman “sıkıcılık” kisvesi altında kalmıştır. Oysa bu “sıkıcı ve gri” olarak adlandırılan şehir 80’li yıllardan başlayarak o dönemin rock ve metal müziğine ev sahipliği yapmaya başlıyordu ve dönemin yetenekli müzisyenlerini kendisine çekiyordu.

Ankara yalnızca siyasetten, bürokrasiden ve gri tonlardan oluşan bir beton yığını değildi. Dönemin üniversite gençleri sıkışıp kaldıkları bu ortamdan uzaklaşarak bir alt kültür oluşturmaya başlamışlardı.

Bu kültürü oluşturan gençler yalnızca rock ve metal müzik icra etmekle kalmıyorlardı, bu oluşan alt kültürü kendilerine yeni bir yaşam tarzı olarak benimsemişlerdi. İşte bu yüzden 80’li yılların ortasındaki Ankara yalnızca siyaset ve ülke yönetiminin merkezi olmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’de rock ve metal müziğin doğuşu için en uygun ortamı sağlıyordu. Gündüzleri Ankara’nın dört bir yanına yayılmış üniversitelerine devam eden bu gençler akşamları kentin ara sokaklarında sıkışıp kalmış evlerin bodrum katlarında kayıtlarına ve provalarına devam ediyorlardı. Yetenekli ve istekli olan bu gençlerin çoğu zaman müzik kaydedecek bir stüdyoları bile yoktu, o zamanlarda müzik stüdyosu dendiği zaman insanların aklına rutubetli ve karanlık bodrum katları, aşırı ısı ve ter kokusu geliyordu fakat bu durum bile, yıllar içerisinde daha fazla müzik grubunun kurulmasına ve bu gençlerin Türkiye hatta dünya çapında isimlerini duyurmalarına engel olamıyordu.
Rock ve metal kültürünün doğuşu
Rock ve metal müziğe gönül vermiş bu genç insanlar, Ankara’nın gri rengine ve soğuk iklimine rağmen sıcak bir dost ortamı oluşturmayı başarmıştı ve bu başarının ardındaki en büyük sebep ise tüm benlikleriyle yarattıkları ve bütün yaşamları haline getirdikleri rock ve metal müzik alt kültürüne duydukları sevgiydi. İşte böyle bir zamanda o gençler için belli başlı rock müzik yapan barlar bir nevi Ankara’nın kasvetli havasından bir kaçıştı. Siyah Beyaz, A-Bar, Dorian Gray ve Manhattan gibi barlar bu genç insanların harikulade müzik bilgisine ev sahipliği yapıyordu. Bunun yanı sıra, müzik grupları bu barlarda sahne alıp müzikal açıdan deneyim kazanıyorlardı. İnsanlar bu mekanlara yalnızca bir şeyler içmek için gitmiyorlardı. Bu mekanlar aynı zamanda rock müziğin sesini yüksek bir şekilde duyurduğu ve bu tarz müzikten haz alan insanların birlikte zaman geçirdiği özel yerlerdi. Kendilerini bu müziğe adamış insanlar, barlar kapandıktan sonra geceye “Batakhane” adını verdikleri terkedilmiş bir binada devam ediyorlardı. İnsanlar müziklerini burada yapmaya devam ediyorlardı. Belgeselde “Binanın her tarafından rock müzik fışkıran tek binaydı.” şeklinde bahsedilmekteydi. 80’li yıllarda dünyayı kasıp kavuran rock müzik tarihinin izlerini Ankara’da görmek mümkündü ve bundan dolayı Ankara bu insanlar için oldukça anlamlı ve özeldi.


 
Peki bu müzik akımı neden İstanbul’da aynı etkiyi yaratmadı?
80’li yıllarda rock müziğin patlama yaptığı ve tüm dünyada hüküm sürdüğü dönemde rock müziğe neden İstanbul’un değil de Ankara’nın ev sahipliği yaptığını anlamak için bu iki şehrin insanlarına sunduğu olanakları gözden geçirmek gerekir. İstanbul her ne kadar büyük bir şehir bir metropolitan olsa da insanlarına, özellikle müzisyen olmak isteyen insanlara işin maddi boyutunu ve denizi vaat ederdi. Oysa Ankara, o dönemde yaşanan zorluklara rağmen bu yaşam tarzını benimsemek isteyen insanlara kucak açar, sıkı dostluklar oluşturulmasına yardım ederdi. Bu konuyu belgeselde yapılan röportajlardan bir alıntıyla özetleyebiliriz; “İstanbul’un medyası vardı, Ankaralıların yüreği”

Zaten bir alt grup ve samimiyet ürünü olan bu müzik türünün, başka bir şehirde bir medya ürünü olup yayılmaktansa, Ankara’da kalıp bu müziğe gönül vermiş insanlar tarafından benimsenmesi yıllarca piyasada tutunmasını sağlamıştı.

Bu karanlık, puslu ve gri ortamda oldukça zor şartlar altında müziklerine devam eden bu gençler, müzik yapmayı bir görev veya sorumluluk olarak görmek yerine hayatlarının bir parçası olarak görmüşlerdir. İşte bu yüzden İstanbul’daki müzisyenler ve grupların aksine daha çok yaratıcı ve özgün olmuşlardı. Para onlar için ön planda değildi. Onlar için önemli olan müzik yapmak ve bunu içten gelerek, severek yapmaktı.
 

(Foto: www.ufukonen.com)
Hazy Hill (1995) On the Hills with Haze… Forever!/Foto: Ufukonen.com

 
Ufuk Önen ve Hazy Hill
İşte böyle bir ortamda öne çıkan müzisyenlerden birisi de Ufuk Önen’dir. Hacettepe Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’ne devam ederken 1988 yılında arkadaşlarıyla kurduğu ve kuruculuğunu, solistliğini ve gitaristliğini üstlendiği Hazy Hill adlı rock grubu o dönemin Ankara’sında nasıl rock müzik icra edileceği hakkında geleceğe ışık tutar nitelikteydi. Kendilerine ait ve özgün bir müzik anlayışı olan bu grup Önen’in ve arkadaşlarının çabalarıyla bu alt kültürün hem Ankara hem de Ankara dışında duyurulmasına öncülük ediyordu. Tıpkı o dönemin diğer Ankara rock grupları gibi Hazy Hill de hem rock barlarda hem de üniversite şenliklerinde müziklerini icra ediyorlardı.
Belgeselde bahsedildiği üzere, bu alt kültür oluştuktan sonra Hacettepe başta olmak üzere diğer üniversiteler de bu müziği desteklemiş, azınlık olarak başlayan bu gençlere cesaretlendirici bir tutum sergilemişti.

Rutubetli, karanlık ve soğuk bodrum katlarında yapılan provaların yararlarını bu bar ve üniversite şenliği konserlerinde görmüş, emeklerinin karşılığını bir parça da olsa almaya başlamışlardı.

Bunu öyle başarılı ve içten bir şekilde yapıyorlardı ki bir konserlerinde 5000 kişiyi aşkın insana müzik şöleni yaşatma imkanı bulmuşlardı.
Her ne kadar Önen ve arkadaşları Ankara’yı çok sevseler de özgün müzik anlayışı ve daha çok insana ulaşma arzusundan dolayı yurtdışına seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Bunun en somut örnekleri Avusturya’da verdikleri konser ve yurtdışında pek çok dergiye kapak olmalarıdır. Bunların yanına sıra 1990 yılında yurtdışında tanıtımı yapılan demo (Murky Bedlam) sayesinde bir başka ilki gerçekleştiriyordu.

Avusturya’da verdiği konserle Hazy Hill yurtdışında konser veren ilk Türk Metal grubu olarak tarihe geçiyordu.

Tüm bu zorluklara rağmen ayakta duran ve kendi müziğini yapmaya çalışan bu grup çıkardığı pek çok demo şarkılarla dönemin ünlü gruplarının ilgisini çekmeyi başarmıştır. Bu gruplardan birisi de dünya çapında tanınan Sepultura’dır.
1984 yılında Brezilya’da heavy metal/thrash metal grubu olarak kurulan bu grup 80’lerin sonlarına doğru büyük bir sükse yakalamış ve tüm dünyada tanınmaya başlamıştı. Sepultura tüm dünyada tanınmaya devam ederken aynı şekilde Hazy Hill’in de ünü Ankara’dan çıkıp Avrupa’ya kadar ulaşmıştı. Hazy Hill kazandığı ünü pekiştirmeye devam ediyordu.
Bunun bir örneği ise 1990 yılında İzmir’de yapılan konseri Norveçli grup Mayhem ile paylaşmasıdır. Hazy Hill kuruldukları şehir olan Ankara ve hatta Türkiye dışında da çalışmalarına devam etmek istemiştir. Fakat Türkiye şartlarında oldukça iyi seviyeye gelen bu grup dünya üzerindeki popüler müzik tarzı rock yerine grunge olmaya başladığından, yurtdışına atılma maceralarına olumsuz bir yanıt almışlardır.
Hazy Hill 1995 yılında ODTÜ’de verdikleri bir veda konseri sonrası grubun müzikal kariyerine bir nokta koydu. Ardından 1999 yılında grup üyeleri bir kez daha stüdyoya girdi ve hem eski hem yeni şarkılarının bulunduğu son albümleri olan 8800 isimli albüm 2000 yılında piyasaya sürüldü. O günden beri Hazy Hill başka hiçbir müzikal aktivitede bulunmadı.
Bugün, Önen bu müzik tutkusunu İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, İletişim ve Tasarım Bölümü’nde ses tasarımı ve video prodüksiyonu ile ilgili verdiği derslerle devam ettirmektedir.
Hazy Hill gibi diğer gruplar da zaman içinde eski etkisini yitirmiştir. Günümüzde popüler müzik tarzının değişmesi ve bu değişim nedeni ile yeni alt kültürler oluştuğu için eskiden rock ve metal kültürüne hizmet eden barlar, bu yeni kültürlere ayak uydurmaya çalışmaktadır. Zamanında da bu alt kültüre sahip çıkan insanlar yavaş yavaş yerlerini genç nesillere bırakarak, rock müzik kültürüne olan tutkularını devam ettirmektedirler fakat bu insanlar Ankara’nın geldiği yeni durumdan memnun değil. Bu durum belgeselde “Ankara eski kalitesini kaybetti.” şeklinde belirtildi.
Eskiden aynı tutkuyu paylaşan insanlar birlikte vakit geçirmek için barlara giderken bugün bu barların müzik tarzını değişmesi ve gençlerin yeni tercihleri sebebi ile artık insanlar evlerinde buluşup bu tutkularını evlerinde devam ettirmektedir. Bu durum belgeselde artık eskisi kadar rock müzik çıkmayacağına sebep olarak ele alındı.

Ankara kimisi için boğucu ve gri fakat bir grup insan için gri değil siyahtı çünkü bu grup, kendilerine bu boğucu şehirde bir rock ve metal alt kültür yaratmıştı. Ankara’yı memur şehrinden insanların akşamları barlarda bu yaratılan müzik eşliğinde beraber kafa salladıkları bir yer haline getirmişlerdi. Ankara’yı bu yeni akımla, rock ve metal müzik kültürüne gönül vermiş insanların bir arada müzik yapabildikleri bir kale haline getirdiler.

Ufuk Önen, bu kalenin iç yüzünü yönettiği belgesel ile yeni nesillere samimi bir şekilde aktardı. Bu belgesel rock ve metal müziğin Ankara’da nasıl doğduğunu ve nasıl ilerlediğini gözler önüne serdi…
 

Referanslar:
Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks!. Yön. Önen, Ufuk. 10 Mayıs 2017, IMDB.

UfukOnen.com
Gösterim yer ve zamanı:
Bilkent Üniversitesi, FB-309, 6 Ekim, 18.00
Bilkent İletişim ve Tasarım Bölümü festival programı  
Yunus Emre Bayu, Mutlu Burak Özmen,
COMD 331, Bahar 2017.